TGRT BELGESEL


TGRT HABER

hastane_randevu.jpeg

GEMİÇ KÖYÜ SAYFASI

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Vatandaşlarımız Seçim Sonucunu beğenmedi


Vatandaşlarımız seçim sonuçlarını benimsemiyorlar
Bir büyük yazı daha yazmak üzereyim. İnsanlar kendileri için istedikleri rahatlığı, başkaları için de isterler mi, bilemiyorum. Mesela 30 Mart ve 10 Ağustos 2014 tarihlerinde iki defa seçim yapıldı. Mahalli idareler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Muhalefet kanadına oy veren seçmen, bu neticelerden sonra, milletin büyük çoğunluğuna hakaret etmeyi bile mübah sayıyor. Başvurdukları hakimler, milletin çoğunluğunun seçtiği Cumhurbaşkanımızı, siyasetten men etseler, hoşlarına gidecek, vaziyetleri var.  Onlar demokrasiyi, kendi düşüncelerinin hakim olacağı bir sistem olarak düşünüyorlar. Son zamanlarda dünyada gelişen siyasal İslam’ın sandıktan çıkarak yönetime gelmesi, batıdaki  sömürgeci ve emperyalist güçlerin düzenini bozmuştur. Gücünü halktan alan yönetimler, her zaman gelişmiş ve dünyanın kaymağını yiyen ülkelerin korkulu rüyası olmuştur. 
     Ortadoğu ve İslam coğrafyasının büyük bir kısmının ya diktatörlük, ya da hanedanlık şeklinde yönetilmesi  oldum olası batının işine gelmiştir. İslam dünyasında en eski demokrasi tecrübesi olan Türkiye, sürekli olarak darbelerle kontrol altında tutularak hiçbir şekilde sınıf atlamasına müsaade edilmemiştir. Türk insanı artık zincirlerini kırdı. Son yıllarda yapılan her seçimi kazanan iktidarın yürüttüğü politikalar, vesayet sistemini yok etti. Ülkemizde hala gerçek demokrasi yoktur. Temayüller kırılmadı. Direnişler sürüyor. Halkımızı cahillikle suçlayan bir kısım insanların, bu cehaletten kurtulması gerekiyor.
 Devletin görevi, kim olduğuna, nerede yaşadığına bakmadan vatandaşına hizmet olmalıdır.Tam tarifiyle, demokrasiye geçilmedikçe Türkiye rahatlayamaz ve her şey lâftan ibaret kalır. Nerede bir insani sıkıntı varsa devlet  o sıkıntıyı gidermek için, orada olsun. Nerede adaletsizliğe uğramış birisi varsa, adalet terazisi orada olsun.  Türkiye'nin nimetleri de, fakirliği de tüm vatandaşlarımızın bilgi ve paylaşımında olsun. Demokrasilerde halkın çoğunluğunun seçtiği parti iktidar olur. İktidara gelen parti, muhalefet partisine oy verenlerin de haklarını korumak üzere, hükümet eder. Hakkaniyetin ölçüsünü şaşırtırsa, kendisine bir seçim önce oy verenleri bile muhalefet partisinin yanında buluverir. Her sistemde iktidar vardır. Demokratik sistemde ise, iktidarın yanında MUHALEFET de vardır. Demokrasimizi hançerleyen darbeler sonunda, ülkemiz bir vesayet sistemine mahkum edilmiştir. Bir de zenginlerin hakim olduğu geniş bir alan vardır. Paranın açamayacağı kilit yok diye bir kavram var. Ezik bir toplum sahibiz. Adamı olmadığı için devletimizin nimetlerinden faydalanamayanlar olduğu gibi, fakirliği nedeniyle ezilen çok kalabalık bir zümre vardır. Demokrasi sebebiyle bu ezilenler bir partide birleşti. Onların desteklediği düşünce de iktidara geldi. Vazifesini yapmadığı halde hak talep edenler veya vazifesini yaptığı halde hakkını alamayanlar çoğalmıştı. Bu da, geniş halk kitlelerinin memnuniyetsizliğine ve perişanlığına sebep olmuştu. Türkiye,  yapılan bu seçimlerden sonra,HÜR ve DEMOKRAT bir ülke olma yolunda küçük bir adım attı.  İhtilal Anayasasından kurtulmadıkça da hiçbirzaman tam manasıyla demokrasiye, kavuşamayacağımızı da bilmenizi isterim.
Hele hele
sizin oy verdiğiniz partinize
biz oy vermedik diye
bu aşağılamalar ne oluyor?

BİR SİMİTÇİ VARDI.


BİR SİMİTÇİ VARDI
Bugün büyük büyük laflar etmek için, bilgisayar başına oturdum. Lise yıllarımda mahallemizden geçen bir simitçi vardı. Ev sahibimizin kızı Halime'yi görebilmek için, pencereye baktığında biz de onu görüyorduk. Okul yolunda gördüm, bu simitçiyi... Düştü düşecek gibi yürüyordu. Gerçekten paat diye düştü. Kendisi bir yana, simit tablası ve simitler ise öbür yana  savruldu. Ağzından köpükler saçılıyordu. Kalabalık üşüştü. Her kafadan bir ses, çıkmaya başladı. Kimisi kolonya kimisi soğan bulun diye bağırıyordu. O zamanlar sağlık hizmetleri bu kadar yaygın değil. Neyse bir evden bir kova soğuk su geldi. Simitçi genç o dökülen suyun şiddetiyle, ayıldı. Kaldırıma oturdu. İlaç arıyordu ceplerinde... Bulamadı. Bir beyefendi ona yardım etmek istedi. İlacını en yakın eczaneden aldı. Orada toplananlar da, sokağa savrulan simitleri hayır olsun diye aldılar. Daha sonraki günlerde, ne simitçiyi ne de onu tanıyıp anlatan kimseyi göremedim. O sahne hala gözlerimin önünde canlanır.
2011 yılında hastalandığım ve doktor doktor gezdiğim zamanlarda da, o biçare simitçiyi hep hatırladım. Sevdiği kızı alamadı. Kimbilir ne oldu? Ne acılar çekti. İnşaallah hastalığına bir doktor derman olmuştur. Rahat bir ömür sürmüştür.

BUGÜN 23 AĞUSTOS 2014

BUGÜN 23 AĞUSTOS 2014
Babam 2011 yılı 26 Nisan günü, vefat etti. Aynı sene 23 Ağustosta, aniden bayıldım. hastanede gözlerimi açtığımda, kollarımda serum takılı olduğunu ve bana acıyla bakan akrabalarımı gördüm.
Şimdi tam üç sene geçti. Yani üç yıl önce 23 Ağustos günü aniden hastalandım. Hastalığımın ismi: epilepsiydi. Halk dilinde sara ismiyle biliniyordu. Bilinen bir çaresi yoktu. Kalıtsal olabilirdi. Altmışbeş yaşımda belirtisinin görülmesi de manidardı. Çünki bu hastalık doğuştan bazı belirtilerle kendisini belli ederdi. İstisnalar olabilirdi.
Demek ki bizdeki de bir ayrıcalıktı. Başa gelen çekilir. Üç senedenberi yalnız başıma biryerlere gidemiyorum.
Çünki ilaç kullanmama rağmen, yine de baygınlık geçirme ihtimalim var. Şimdi iyi bir doktor buldum. İleri ki yazılarımda doktorumun ismini yazarım.
Doktorumun dediğine bakılırsa, bu hastalığımın tedavisi mümkün..
Haydi Hayırlısı...
Esas önemli cümleyi yazmadım. Bilgisayar kullanmam yasak...
Yukarıda babamızın vefat yılını 2011 olarak yazmıştım. 2011 yılında sadece ben değil, kardeşim de önemli bir hastalığa yakalandı. O da 2011 Eylül ayında hastalandı. Çok şükür ailecek bu amansız hastalıkla baş etmek için mücadele ettik. Doktorunun da gayretiyle, kardeşim iyilkeşme yolunda müjdeli günlere doğru yol alıyor...
Baba çok önemliymiş. Babanın hayatta kalması, hep başımızda olması insanı mesut ediyormuş. En azından sağlıkla yaşamamız, babamızın hayatta olmasına bağlıymış.
Canım babam, seni çok seviyoruz. Allahu Teala sana rahmetler versin. Nurlar içinde yat. Cennette olduğunu bilir gibiyiz...

Sevgili Okuyucu büyük Laflar ettim.

BÜYÜK BÜYÜK YAZI YAZDIM.BÜYÜKLERİMİZ HOŞ GÖRSÜN

2014 senesi,Türk Demokrasi Tarihinin kilometre taşlarının kımıldadığı yıldır. Yapılan iki seçimi de muhalefet kaybetti. İktidar partisi 10 Ağustos 2014 Pazar günü kendi içinden Cumhurbaşkanını ikinci defa seçti.
Demokrasi demek, seçim sandığından çıkan sonucu kabullenmek mi demektir. Bilimsel görüşlere bakıldığında, EVET sandıktan çıkan sonucu kabul etmek gerekiyor. 30 Mart yerel seçimleri  öncesinde yaşananlara ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ve sonrasında yaşananlara halkımız itibar etmedi. Vatandaşımızın çoğunluğu muhalefetin dediklerini nazari itibare almadı.
Demokrasi: Halk iktidarı anlamına gelmektedir. Demokrasi kendi kendini yönetmeyi esas aldığı için hem kişilerin hem de toplumun aynı anda özgür olduğu, bir yönetim biçiminin adıdır.
Abram Lincoln: Halkın, halk tarafından yine halk için yönetimine DEMOKRASİ denir, diye söylemiştir.
Türkiye Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Maraşal Mustafa Kemal Atatürk'ün sözü Türkiye Büyük Millet Meclisinde: "EGEMENLİK MİLLETİNDİR"  diye çınlamaktadır. Demokrasi, halkın halk için idare edilmesidir, diye anlatılabilir. Çoğunluğun seçtiği iktidar partisinin, kendisine oy vermeyenlerin de hakkını korumak zorunda kaldığı sisteme DEMOKRASİ denir. Toplumu ve onu oluşturan bireylerin herbirinin çıkarlarını esas almayan, bir yönetimin demokratik olmayacağı anlaşılmalıdır.
Bu günlerde ençok sosyal medyada olmak üzere bazı kendini bilmezler, iktidara oy verenleri hain olarak ilan etmektedirler.
Demokrasilerde böylesine hunharca tanım yapanlara ne yaparlar diye soracak oluyorum. Böyle bir sorunun cevabı da onlardan yana oluyor. İyi ki demokrasi var ki, böyle özgürce konuşabiliyorlar. Demokrasi olmasaydı, iftira ettikleri insanlar şikayet etmeseler bile derhal hapse atılırlardı.
Fakat eğer bir şikayet durumunda, böylesine hakaret dolu yazı yazanlar adalet önünde hesap verebilirler.
Neymiş efendim !" bu % 52 lik insan topluluğu, İstiklal Harbi'nde cepheden kaçan insanların torunlarıymış."
Herkesin iki dedesi bu büyük savaşta bulundu. Benim bir dedem şehit, bir dedem ise gazi oldu. Unutmayın ki şehitliği göze almayanlar, gazi olamazlar.
Savaşı kazanan onu iyi yöneten Komutan olduğu kadar, Komutanının öl dediği yerde, ölmeyi göze alan askerleridir de...
Yani bu savaşı Mustafa Kemal Atatürk ve onun emrindeki Türk Askeri kazanmıştır. Savaşın ardından hemen CUMHURİYET ilan edildi. Demokrasi ile idare edilmeye karar verildi. İlk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk oldu. Cumhuriyet diktatörlük rejimi değildir. Seçmenin % yüzü bir tek insanı seçse bile, gelecek seçimlerde tekrar seçilebilmesi için, halkımızın mutluluğu için çalışmasını isteriz. Çalışmayanları da tekrar seçmeyiz.
Ak Partiye veya Recep tayyip Erdoğan'a oy verdik diye bizi aşağılayanlara güler geçeriz.Gülemezsek onlara ayna tutarız. Aynada kendi iftiralarını okusunlar ve utansınlar isteriz.
Daha da olmazsa, onları tek tek yargılansın diye, şikayet ederiz.
Bizler, hain değiliz. Avanak değiliz. Reylerimizi satmadık. En tabii demokratik hakkımızı kullandık. Muhalefet partilerinden biri kazansaydı. Söylediklerini biz dile getirseydik. Neler neler demezler miydi?
Hiç belli olmaz, önümüzdeki yıl yapılacak seçimleri, muhalefet partisi kazanabilir. Bu imkansız değil. Yeter ki, insanı hor görmeyen bir anlayışla, halkın içine gelsinler. Halk kendisini seveni, kendisine itibar edeni ödüllendirir.

17 Ağustos 2014 Pazar

SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ

 "Ben bir seyyidim. Yani bu demektir ki Türk değilim. Ama yer yüzünde bütün Türkler silinse üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa da o gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü mânâda İslamiyet de olmazdı.”


Bugünkü yazıda sizlere Büyük İslam Alimi Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinden kısaca bahsedeceğim. Yukarıdaki TÜRK MİLLETİNİ ÖVEN SÖZ Seyyid Abdülhakim Arvasiye aittir.

Seyyid Abdülhakim-i Arvasi

Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim ve ruh bilgilerinin mütehassısı büyük velidir. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 yılında Van'ın Başkale kazasında doğdu. 1943‘de Ankara'da vefat etti. Kabirleri Ankara’nın Bağlum nahiyesindedir. 
Seyyid Abdülhakim Arvasi din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir derya idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir; sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevabını alır; sormaya lüzum kalmadan o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametlerini görürdü. Çok mütevazı, pek alçak gönüllüydü. 







Eyüp Sultan, Fatih, Bayezid, Bakırköy, Kadıköy, Beyoğlu'nda Ağa Cami-i şerifleri kürsilerinde senelerce ilim neşretmiştir. Sultan Selim Cami-i şerifi yanındaki Süleymaniyye Medresesinde, tasavvuf müderrisi (profesörü) iken Er-Riyad-üt-Tasavvufiyye kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risale büyüklüğünde müteaddid mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıç ve meşruiyeti hakkında bir risale, Rabıta-i Şerife Risalesi, Sahâbe-i Kirâm ve Ecdad-ı Peygamberi risaleleri, İslam Hukuku, Keşkul ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arabi, Farisi ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir.
Çok mütevazı, pek alçak gönüllü idi. Ben dediği hiç işitilmemişti. İslam âlimlerinin adı geçtiği zaman:"Bizler o büyüklerin yanında hazır olsak sorulmayız, gaib olsak aranmayız." Ve, "Bizler o büyüklerin yazılarını anlayamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz" buyururdu. Halbuki kendisi bu bilgilerin mütehassısı idi.
Abdülhakim Arvasi hazretlerinin kıymetli sözlerinden bazıları:
"Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise her zamanda her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu olamayacak bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın Onu tenkit edecek iktidarı yoktur."
"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır, dedi. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler."
"Allahü teâlâ bir kuluna iman vermişse ona daha ne vermemiştir. İman vermemişse ona daha ne vermiştir!” 

“Din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.”
"Bizim meclisimizde bulunanlar, sükut içinde otursalar ve sükuttan başka bir şey görmeseler bile, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarırlar."
Abdülhakim Arvasi hazretleri siyasete hiç karışmamış, siyasi fırkalara bağlanmamıştır. Bölücülüğe karşıydı. Talebeleri kendisine tekkelerin kapatılması ile ilgili olarak sorduklarında:
"Hükümet, tekkeleri değil, boş mekanları kapattı. Onlar kendi kendilerini çoktan kapatmışlardı" demiştir. Bu muazzam görüş, o günlerin umumi manada tekke ve dergah tipine ait teşhislerin en güzelidir.

 "Ben bir seyyidim. Yani bu demektir ki Türk değilim. Ama yer yüzünde bütün Türkler silinse üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa da o gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü mânâda İslamiyet de olmazdı.”
Kanunlara uymakta çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. 



Yetiştirdiği seçkin din adamlarının en selahiyyetlisi; çeşitli din ve fen kitaplarının yazarı, eczacı, kimyager ve emekli öğretmen albay Hüseyin Hilmi Işık beyefendidir. 1929'dan 1943 senesine kadar o büyük zattan ders almış, Arabi ve Farisi tercümeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmıştır. Türkçe, Arabi, Farisi, Almanca, Fransızca ve İngilizcenin yanında, başka dillerde de çeşitli din kitapları neşretmiştir. Bütün ilim ve feyzini, Abdülhakim Arvasi'den aldığını eserlerinde belirtmektedir.
1914 (H. 1332)te Birinci Dünya Harbi çıkıp Ruslar Doğu Anadolu'yu işgal edince, Başkale'den hicret edip, Irak'a, oradan Adana, Eskişehir ve 1919 (H. 1337)da İstanbul'a geldi. Eyüp Sultan'da önce yazılı medreseye, sonra Gümüşsuyu Tepesindeki Mürteza Efendi Dergahına yerleşti ve Kaşgari Hanekahı meşihatına tayin olundu. İslam halifelerinin ve Osmanlı Sultanlarının sonuncusu olan Sultan Vahideddin tarafından Medrese-i mütehassısin denilen İlahiyat Fakültesinde tasavvuf müderrisi yani ordinaryüs profesörü olarak 8 Zilkade 1919 (H. 1337) tarihli ferman ile tayin edildi.

Anadolu'da çarpışan Kuvay-ı Milliyenin galip gelmesi için para, mal ve dua ile yardım edilmesi, eli silah tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik ederek çok kimseyi Anadolu'ya gönderdi. Çok yardım yapılmasına sebep oldu. Uzun zaman irşad, vaaz ve tedris ile meşgul olup hayatının sonuna doğru İzmir'e gönderildi. Zor şartlar altında İzmir'de kaldığı sırada ihtiyarlığın da verdiği takatsizlikle hastalandı. Ankara'ya getirildi. Ankara'ya geldikten birkaç gün sonra 27 Kasım 1943 (H. 1362) tarihinde sıkıntılarla dolu dünyadan ahirete intikal etti. Ankara'nın kuzeyinde bulunan Bağlum nahiyesinde defnolundu. Kabri ziyaret edilmekte, huzurunda yapılan dualar kabul olunmaktadır.





Allahü Teala razı olsun. Bu vesile ile Efendi hazretlerini bir kere daha anmış olduk.
Allahü Teala hepimizi şefaatlerine kavuştursun.
Vefatı için bir şair şöyle demiştir: 
Ağlasın, kan ağlasın her Müslüman.
Çünkü, Seyyid Abdülhakîm terk etti cân.

16 Ağustos 2014 Cumartesi



Böbrek taşınız mı var işte çözüm
Böbrek taşından korunmak için bunları yapın
Opr. Dr. Mustafa Gürkan Yenice, yaz aylarında artan böbrek taşı sorunlarından limonata ve portakal suyu tüketilerek korunulabileceğini vurguladı.
Mustafa Gürkan Yenice, toplumun yüzde 15'inde görülen böbrek taşlarının modern diyetlere uyumlu son dönemlerde bilhassa çocuklarda artış elde ettiğini de aktardı.

Kalsiyum oksalat veya ürik asit gibi maddelerin idrarda yoğunluğunun normal değerleri aşmasının ardından böbrek taşlarının oluşmaya başladığını belirten Yenice, "Bu mineral ve tuzların yoğunlaşıp kristalleşmesi ve birbirine yapışmasıyla böbrek taşları oluşmaktadır. Taşlar idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Fakat idrar kanalı boyunca herhangi bir yerde takılarak idrar akışını engelleyen taşlar genellikle korkulan, şiddetli tipik böbrek ağrısına yol açar." dedi.

Böbrek taşlarından korunmada beslenmenin önemli rol oynadığını dile getiren Yenice, yaz aylarında aşırı çay ve kahve içilmesinin; suyun az, tuzun fazla tüketilmesinin; oksalattan zengin sebzeler ile hayvansal kaynaklı proteinin fazla alınmasının riski artıracağına işaret etti.

Sebzelerin haşlanıp, suyu süzüldükten sonra pişirilmesini ve tüketilirken yanında kalsiyum kaynağının bulunmasını (yoğurt, peynir, süt gibi) öneren Gürkan Yenice, şunları kaydetti:



"Yaz aylarının vazgeçilmez içeceği limonata ve portakal suyu önerilen içecekler arasındadır. Taş oluşumunu etkileyen oksalattan zengin yağlı tohumlardan fındık, yer fıstığı, badem gibi yiyeceklerin azaltılması,Zeytinyağı tüketimine önem verilesi, kakao ve kakaolu içecekler ile kolanın az tüketilmesi önemlidir. Yaz aylarında terlemeye bağlı olarak sıvı ihtiyacının artacağı göz önüne alınarak günlük su tüketiminin minimum 2-2, 5 litre (yaklaşık 8-10 bardak su) olarak ayarlanması ve alınan tuz miktarının kısıtlanması böbrek taşlarından korunmada dikkat edilmesi gereken önemli faktörlerdir."
 Opr. Dr. Mustafa Gürkan Yenice Böbrek taşınız mı var işte çözüm hastalığı ile ilgili doktoru teşhisi laboratuvar testleri belirtileri ve tedavisi hakkın da aşağıda  video sunulmuştur
Opr. Dr. Mustafa Gürkan Yenice, yaz aylarında artan böbrek taşı problemlerinden limonata ve portakal suyu tüketilerek korunulabileceğini söyledi.
Yenice, toplumun yüzde 15′inde görülmekte olan böbrek taşlarının modern diyetlere bağlı olarak son dönemlerde özellikle çocuklarda ciddi artış gösterdiğini de kaydetti.

Kalsiyum oksalat veya ürik asit gibi maddelerin idrardaki yoğunluğunun normalden daha yüksek değerlere ulaşması sonucu böbrek taşlarının oluşmaya başladığını kaydeden Yenice, “Bu mineral ve tuzların yoğunlaşıp kristalleşmesi ve birbirine yapışmasıyla böbrek taşları oluşmaktadır. Taşlar idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Fakat idrar kanalı boyunca herhangi bir yerde takılarak idrar akışını engelleyen taşlar genellikle korkulan, şiddetli tipik böbrek ağrısına yol açar.” diye konuştu.
Böbrek taşlarından korunmada beslenmenin rolünün büyük önem arz ettiğini kaydeden Op. Dr. Yenice, özellikle yaz aylarında aşırı çay ve kahve tüketimi, az su tüketilmesi, tuzun fazla tüketilmesi, oksalattan zengin sebzelerin ve hayvansal kaynaklı proteinin fazla alınmasının risk artıran faktörler olduğunu belirtti.
Sebzelerin haşlanıp, suyu süzüldükten sonra pişirilmesini ve tüketilirken yanında kalsiyum kaynağının bulunmasını (yoğurt, peynir, süt gibi) öneren Gürkan Yenice,




 “Yaz aylarının vazgeçilmez içeceği limonata ve portakal suyu önerilen içecekler arasındadır. Taş oluşumunu etkileyen oksalattan zengin yağlı tohumlardan fındık, yer fıstığı, badem gibi yiyeceklerin azaltılması, kakao ve kakaolu içecekler ile kolanın az tüketilmesi önemlidir. Yaz aylarında terlemeye bağlı olarak sıvı ihtiyacının artacağı göz önüne alınarak günlük su tüketiminin en az 2-2, 5 litre (yaklaşık 8-10 bardak su) olarak ayarlanması ve alınan tuz miktarının kısıtlanması böbrek taşlarından korunmada dikkat edilmesi gereken önemli faktörlerdir.” ifadelerini kullandı.
Opr. Dr. Mustafa Gürkan Yenice


BİR KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VAR


Tekrar  bu sayfalardayım.
Sizinle konuşur gibi yazıyorum.
Geçti o karamsar günüm....
O günden sonra çok şeyler değişti.
Bu sayfaları bırakmamaya da kendimce söz verdim.
Fakat ne olur, biraz ilgi görebilsek.
Yazılarımıza yapıcı yorumlar yazabilseniz.
Hatta yıkıcı yorumlarınıza da razı olasım geliyor.
BİR KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VAR.
 DOSTLARA SELAM OLSUN, DEDİK.
SİZ DOSTLARIMA BU SAYFALARDA HATIRALARIMI YAZACAĞIM.
FAKAT SUYA SABUNA DOKUNARAK HER KONUDA YAZACAĞIM..

                                            Sevgili Dostlar
Bu sayfalarda yazılanlar, kütüphanedeki en önemsiz kitabın 
içindekilerden daha da değersiz olabilir. Fakat kimler gidiyor, o 
muhteşem eserleri saklayan yerlere? İşte size düşüncelerimi anlatan,
makaleler. Bu sayfalardaki en beğenmediğiniz bir anlatım bile, 
milyonlarca kütüphanelerdeki yazılardan, daha da kıymetlidir. Çünki
sizin gözlerinizin önüne geldi. Yorumlar yazın.
 Yazdıklarınız, okunsun. 
Okuyanlar size cevap yazsın. Sonra içinde mücevher gibi 
kitabları koruyan, kütüphanelere de gideriz. Hakikatı araştırırız.
Şüpheci olmak, insanı bilgi sahibi yapar. Bu kardeşinizi, menfi veya 
müspet yazılarınızla, ödüllendirin. Büyük harflerle yazıyorum. 
http://hasretduyulanyer.blogspot.com.tr/
YORUMLARINIZI, BEĞENİLERİNİZİ VE ELEŞTİRİLERİNİZİ BEKLİYORUM
http://gemicliler.blogspot.com.tr/
adresine yazılarınızı beklerim.
Sizleri çok seven:
Gemiçli Hasan Güler
17 EYLÜL 2014 












BİR KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VAR DOSTLARA SELAM OLSUN

 DEDİK




MAKALELER: ALLAHAISMARLADIK http://www.turkiyegazetesi.com.tr/
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/

1 Ağustos 2014 Cuma

ALLAHAISMARLADIK





BİR DAHA DÖNMEM BU SAYFALARA DEMİŞTİM. DÖNDÜM TEKRAR. DEMEKKİ SÖZÜNDE DURAMAYAN BİR İNSANIM. SİZLERE EN DERİN SAYGI VE SEVGİLERİMLE MERHABA DİYORUM.

BİR DAVAYI DERT EDİNDİM. BAŞKALARININ KOLAYLIKLA ANLAYAMACAĞI ŞEYLERİ ANLAMAK VE ANLATMAK İSTİYORUM. NEYİ ANLAYACAĞIZ. NASIL ANLAYACAĞIZ. İNSANLARIN DÜŞÜNCELERİYLE, HEMDERT OLACAĞIM. BU DERT ORTAKLIĞI İLE, BAŞLAYAN DOSTLUKLARA YELKEN AÇAN BİR GEMİ OLACAK BU SAYFALAR. 

SEVGİYLE, DOSTLUKLA, MUHABBETLE YAŞAYALIM.


İnsanlar hasretimizi çekmeli.
Zaten hasreti çekilene
iyi insan denir.
Herkes,ah bir görsek,
bir dinlesek demeliler.
Böyle olursak anlatmaya lüzum yok.
İnsanlar anlar.
Herkes iyiyi kötüyü fark eder.
Ve yeniden dünya
insanca yaşamağa değer olur.
Bu gök kubbede yaşayanlar,
içlerinde namussuzluğu barındırmazlar. Bilirler ki herkes iyidir.
Bizi daima rahatlatan bir söz var.
-"İyiler daima kazanır."
Bilgi bakımından,
dünyanın en önde geleni olsanız. Davranışlarınız, sözleriniz
ve insanlara bakışınız iyi değilse,
sizi kimse dinlemez.
faziletler en güzel kelamlar
ilimler sizde olsa,
hâliniz bozuksa
insanlara zarar verirsiniz.
Hatta kendinize de
en büyük kötülüğü edersiniz.
Evvela iğneyi kendimize batıralım.
İyi bir insan olmaya,
insanları sevmeye
ve hatta sevilmeye çalışalım.
Kendi çıkarlarımıza ters gelse de
doğru bildiklerimizi söylemekten
ve yapmaktan çekinmeyelim.
İnsanlar sevsin diye değil,
doğru bildiklerimizi yapalım.
Görünüşte bize düşman bile olsalar,
dosdoğru adamlara yardım etmesek bile,
onların söylediklerine
ve yaptıklarına engel olmayalım..
Bilge insan olmak istiyorsan, en önce kızdıklarına sabret. Onları bir dinle.
Bunları yaptığında, seni seven,
seni dinlemek için uzaklardan gelen,
seni özleyen
ve sana değer veren milyonları duyacak, dinleyecek ve göreceksin.
İşte o zaman bu dünya daha tatlı,
daha yaşanılır,
daha da güzel olacaktır.
Mutlu günler uzak değil.
Bu yazıyı okuyan herkes, benzerini yazıp yayınlayabilir.
Önce yazarız.
Sonra yazdıklarımızı uygularız.
Geriye baktığımızda
şöyle bir resim görürüz.
( stadlarda rakip takımın taraftarları
yan yana ve kolkola maç seyrediyor.
Bir takımın futbolcusu gol attığında onuntaraftarı daha az seviniyor.
Çünki arkadaşı o an üzüntülü.
Saha içinde
futbolcular jentilmenlik yarışında oluyor. Birbirlerine kasti faul yapmıyorlar.
Çünki biliyorlar ki
arkadaşı da kendisi gibi
bu işten ekmek yiyecek.
Ağır sakatlık olmasın,
diye titiz oluyorlar.
Gol atan da fazla bir taşkınlık yapmıyor. Çünki kendi taraftarı,
rakip takımın taraftarı ile arkadaş.
Hele Millet Meclisini düşünün bütün parti liderleri, bu devleti nasıl daha ileriye götürürüz diye çırpınıyor.
Şöyle diyor, diğer partili yöneticiye:
-"Evet yaptıklarını destekliyorum."
-Ya da desteklemiyorum.
- Fakat şunu şu şekilde yaparsan
daha da kolay ve çabuk netice alırsın.
Karşısındaki de nazikçe:
-Sen bildiklerini söyle kardeşim.
Önerilerinin içinde doğru olanlar varsa, onları uygularım.
Hatta millete bu önerilerin sahibi,
falanca diye de söylerim.
Diyebilmelidir.
Burada daha yazacak çok şey var.
Yeter ki iyilik yarışına girelim.
Birbirimizi tutkuyla sevelim.
Birbirimizin hasretini çekelim.
En önemlisi de:
Özlenen, hasreti çekilen
insan olalım.


BU SAYFALARDA YAZI YAZAN
VE ARAYANI SORANI OLMAYAN
YAPAYALNIZ İNSANLARA....


Önceleri,okuyucuları vardır. 
Onlar da bazı blog yazılarını okurlar.
 Kendilerine arkadaş seçerler. 
Yorumlar yazarlar.
Arkadaşları olur. 
Yorum yazanları olur. 
Aradan zaman geçtikçe, ne arayanı, ne soranı kalır.
Hatta bu sayfalarda yazanlar,
psikolojik bir travma bile geçirirler.
Düşünün bilgisayar başındasınız. 
Durmadan yazıyor, yazıyor, yazıyorsunuz. 
okuyanınız yok. 
Elbette biz de etten kemikten bir insanız. 
Biz de çiğ süt içtik. 
Bu bakımdan, hayata küsmeler bile yaşanır. Dedim. Daha sonra başka blog sahiplerini de şöyle tanıttım.

Fakat başka blog sahipleri öyle değildir. 
Onlar bıkmaksızın yazarlar.
okuyanlarının olduğunu bilirler. 
Çünki, toplumsal konulara değinmektedirler. 
Onlar dava adamıdırlar. 
Başkaları gibi bir dertleri yoktur.
Onlar bu blog sayfasında devamlı yazmayı 
kendilerine dert edinmişlerdir.
O dava adamlarını kutluyorum. 
Adam dediysek, sadece erkekleri değil,
kadın erkek herkesi, 
dava adamı olarak tarif ediyorum.
Bu dava insanları öyle küsüp gitmezlar.
Bizim gibi sıradan blogcular ise,
ilgi göremeyince:

"-BEN GİDİYORUM. 
ALLAHAISMARLADIK"

nakaratı ile bu sayfalardan 
silinir gideriz. 



Dedim.
Fakat sözlerimi geri aldım.
Buradayım.
O günden sonra çok şeyler değişti.
Bu sayfaları bırakmamaya da kendimce söz verdim.
Fakat ne olur, biraz ilgi görebilsek.
Yazılarımıza yapıcı yorumlar yazabilseniz.
Hatta yıkıcı yorumlarınıza da razı olasım geliyor.
Sizleri çok seven:
Hasan Güler
16 Ağustos 2014 
CUMARTESİ.
Yorum Gönder